22 Şubat 2012 Çarşamba

küf

bilemezdim tabii
hangi gezegenin daha hızlı döndüğünü
cassady den sonraki peygamberi
şaraptan sonraki kelimeyi
küfün rengini
kesik bir damarın alacağı intikamı
dünyayı insülinle bayıltabileceğimi
arnavut taşlı kaldırımların
arnavut taşlarının
arnavutların
bana bu kadar kızgın olduğunu
yine de şimdi geçmişe baktığında seslerimiz
eski bir elbiseyle sen,deniz
küf'e ağlanan sıralar
küf,ben-deniz

ankara ekspresi

konsomatris düşler görüyorum baba
ve beni daha uzun bi trene bindiriyorlar
tam beş yıl
otuz dakika
sekiz vagon
boğazlı kazaklarımızı da gömdük vaktiyle
umutsuz kediler
ve umutlu insanlar gibi
ah trende unuttuğumuz karanfil kokulu kitaplar dahi
değildi yaşamak
ankara'nın konsomatris düşlerinde

169

Saat 20:00.Durağa doğru yürüyorduk.Aklına gelen ilk sorununu söyledi : " Bilmiyorum ya.Çok içim sıkılıyor bugünlerde.Neden olduğunu da bilmiyorum.Sadece mutsuz hissediyorum." Aklıma gelen ilk nedeni söyledim :" Havalardandır."

Acımasızlığımı o an fark ettim.Her seferinde boku havalara atıyordum.Bir dergide okuduğum " kadınlar mutsuzken saç şeklini değiştirir" cümlesinden sonra saçımı değiştirmeyi düşünmediğim her an için mutlu kabul ediyordum kendimi.Geri kalan tüm zamanların suçlusu malumdu zaten : Havalar!

Havalar masumdu aslında.Ve o gün ki havanın da diğerlerinden bir farkı yoktu.Sadece arada her şeyin yanlışlığını ve yaşamın o pesimist anlamsızlığını fark edip birkaç gün içinde eskiye dönüyorduk.Belki de birkaç saat... Anneanneme sorarsanız bunu "şeytan yoklamış" diye özetleyebilirdi.Ama 'şeytan' farkındalığımızı nasıl hiçe saydığımızı itiraf etmek olurdu.Bizim günah keçimiz çok daha masumdu.Bu bizi de daha masum yapıyordu tabii ki.Yanlışlara alışmaya alıştığımız sırada birden yağmur yağıyordu.Ve su buharının soğuk hava tabakasıyla karşılaştığı an bizim farkındalığımızı fark etmemiz için de kaçınılmaz bir fırsat haline geliyordu.

İkna olmuş gözüküyordu."herhalde" dedi ve geçti.Eve geldiğimde su dolu küremi 'stres atması için' ters çevirip karşıma koydum.Küredeki kedi bana bakıyor, suyun içindeki jelatinler uçuyor,jelatinler düşüyor, kedi hala bana bakıyordu.

Yapmayı planlayıp yarım bıraktığım onlarca şeyi düşünüyordum..Hayata 15 dk lık ara vermeyi düşünüyordum.Bir futbol maçına kıyasla hayatın bunu çok daha fazla hakettiğine eminim.Düşünmeyi düşünüyordum. Saatin akrep ve yelkovanı beynimin içinde yarışıyordu.Ve ben hayatı çekilir kılan tek şeyin su dolu küreler olduğuna emindim.

Ah havalar!
tik tak tik tak...

bed-dua

Tanrım, saçlarıma yavaşça dokun .Ölesiye ölüyorum bu yatakta.
Tanrım ! annem intihar ediyor mutfakta.Esra erolun gözleri önünde.GÖZGÖREGÖRE. Tanrım bizi yanına al yeniden.yaşamak daha kolaydır rahmin içindeyken.
Tanrım dokun parmaklarımıza.biz mutluluktan uçmadan önce.
hayatın nimetlerine ve bize verdiklerine şükrederken bitir şu müdürün tören konuşmasını.
Tanrım lütfen,yalvarıyorum sana kapat şu mikrofonu.
ÇOK fazlalar.sana sürünüyoruz tanrım.televizyonu kapat.koynumdaki tarantulayı senin için kurban etmeme izin ver.
müdür titreyerek üzerimize boşaldı tanrım.
arındır bizi tüm beyaz şeylerden ve yanında sonsuza dek kirlenmemize yardım et.
uzun zamandır sıkıcı bir tören konuşmasının bitmesini bekler gibi ölüyoruz tanrım. infazımızı durdur ve senin için hazırladığımız hediyeyi kabul et.
lütfen.
lütfen.

dada dada su için sonra

damarlarını tokayla tutturdu
saçlarındaki kağıtları temizlemek için
şiirsel bir bakış dalgalı bir bağ için
ve bağırsaklarındaki bulantının
ruhunu tekmeleyen bacaklara havalesi
modern dünyanın vesikalık pencerelerinden sarkmak
ellerindeki dada kelimelerle
psikanalizin freud a iadesi için
diş etlerindeki kanı içerek yok etti
altın yüzüklerindeki arz-talep ilişkisini
aralayarak özgürlüğünü makasla kesen parmakları
ritimli bir gülümsemeyle baktı
tuvalette tecavüze uğrayan güneşe
ve vajinasını saran suyun mutlu fotoğrafını çekti
midesindeki spermlerin beyaz etindeki spazmı için

bordo evren

uzun zaman olmuş yıldızlara bakmayalı
karanlık bir gecenin kronik seyircileri olmuşuz
bir kanca gibi uzanmış gökyüzü ufka
asılmışız bir yıldızın kuyruğuna
hedef Samanyolu tabii
hiç de öyle ışık hızıyla değil ha
ağır ağır ,yıldız yıldız
ben eteğimi bırakmışım kancanın ucuna
sen gözlüğünü
ilk ben çıkıp oturmuşum evrenin tepesine
orgazmın kaldırma kuvvetine güvenerek
bir yıldız düşmüş gözlerime
sarkmışım aşağı
-evrenin rengi bordodur huleyn!-
diye bağıracakken
dudaklarım parmak ucuna değmiş

hiç bir şey bu kadar derin değildir

Evet.Hiçbir şey bu kadar derin değildir.Özellikle de derin sandığın şeylerin olağanüstü sığlığıyla yüz yüze geldiysen... Bir sokak lambası ya da neon ışıklarıyla donatılmış bir reklam panosu dahil gökyüzündeki hiçbir şey bu kadar aydınlık değil ve hiçbir tanrı inanmaya değmeyecek kadar kötü değildir.Engizisyon mahkemelerinin sanıkları hiçbir zaman suçlu olmadığı gibi adalet heykelinin gözü kapalı bağyanı hiçbir zaman dürüst değildir.

Hiçbir psikoloji Freud un bildiği gibi değildir.

Uzağı görmek istediğinde genelde en yakına bakarsın.En yakın gözlerinin göremeyeceği kadar yakınsa içinde ararsın.Bununla avunursun bir süre.Çünkü uzak 'uzak'tır.Tırnak içi cümleleri kurtarıcıdır her zaman.Bir şeyleri değiştirmeye çalışanların.Gözlerin kapalı da olsa, açık da sakın aldanma.

Kişisel gelişim diye bir şey yoktur.

Sana söylendiği gibi emanet olan bedenin değildir.Ona istediğin gibi davranabilirsin.Ruhun bedenini geride bıraktığında emanetine hıyanet etmiş olmayacaksın.Beyninin kıvrımlarından çıkan iletiler ruhuna etki etmez.O gelir.Ve geldiği gibi gider.Yani bedenine sahip olabilirsin ama ruhuna asla!

Özgürlük ruhun damıtılmış halidir.

İdeoloji dünyanın en seksiğ(evet seksiğ) kelimesidir.Uğruna ölür,öldürülürsün.İdeolojilerinle sevişir onlarla büyürsün.'uğruna yaşayacak bir şey yoksa yaşamanın ne anlamı var' mesela.Ya da 'bir şeyler uğruna yaşayacaksam yaşamanın ne anlamı var'.

Yaşamak uğruna yaşanacak şeyi aramaktır.

Ruhuna dokunabildiğinde ,gece böylesine aydınlık ve sokak lambaları böylesine sarıyken,ona sahip olduğunu sanırsın.Ve içinde aradığın şeyi kaybettiğinde ,evet onu bulduğunda ve kaybettiğinde, kaybedilmeye değer olmadığını anlamak olabileceklerin en kötüsüdür.Hiçbir modern şiir bu kadar dramatik değildir.

Hiçbir ruhun ikizi yoktur.

Hiç, bir yıldız kayarken dilek tutma şansın olmamışsa bu hareket edeli 10 dk olmuş bir vapuru izlemekten daha hüzünlü olabilir.Ama hayır! Sakın anlam yükleme! Vapur bir toplu taşıma aracıdır. Bu yüzden hiçbir şey bu kadar derin değildir

vicdani red

bir sonraki biley sesine kadar hayata ara veriyoruz sayın seyirciler!

çocukken uzak tutulmaya çalıştığınız kesici ve delici aletler hayat borularınızı delik deşik ediyor.terimlerin perdelediği cümlelerinizi parçalıyor.ilkel duygularınızın üstüne geçirilen homosapiens düşüncelerinizi küp küp doğruyor.modernliğinize tükürüyor sayın seyirciler.-iyi - olmanın ve affediciliğinizin egosunu kana kana kana içerken pasifist ve mutlu beyninize saplanıyor.ağzınız kuruyor.gözleriniz yaşarıyor.afyon kokulu nefesinizi kesiyor. tüm homosapiens benzerlerinizden nefret ettiriyor.öyle ki hırslarınızla başarısız olmayı hırslarınızı kendi ellerinizle söktükten sonra başarısız olmaya yeğleyemiyorsunuz.kızıl ordunun tam ortasında vicdanınızın en haz dolu reddini yaşıyor hemen ardından kızıl kanınızı akıtıyorsunuz vicdanınızın tam ortasına.isyan isyan isyan ediyorsunuz.ağzınız kuruyor.kızıl ordu gözlerinizden akıyor.

ve biz , tanrının aciz kulları , sırf size zarar gelmesin diye
bir sonraki biley sesine kadar yayına ara veriyoruz sayın seyirciler!

küçük adam

sen bir günah işledin küçük adam
önce 'kahrolsun!' diye bağırdın
sonra 'yaşasın!'
alkışladın küçük adam
ellerin acıyana kadar
wilhelm reich i hapse tıkan sendin
evet
sex kutusuyla igilenirken
onu sen şikayet ediyordun savcıya
anarşist! dedin
ve sonra 'kahrolsun!'
kendinden geçmiştin küçük adam
ellerin acıyordu
ve sen alkışlıyordun
ben öğrenmeden düşünmeye başladığımda
evet o sıralara denk geliyor sanırım
sen sokrat ı zehirliyordun
toplumun ahlakını bozduğu söylenirken
sen yine alkışlıyordun
galile ye onca işkenceyi yapan da sendin küçük adam
pan bile şaşırmıştı bu vahşiliğe
hiroşima senin eserin
nagazaki de
ama susmakla suçlayamaz kimse seni
bağırdın
'yaşasın!' diye
ve 'kahrolsun!'
benden önce de
benden sonra da
sen hep vardın küçük adam
reich i dinlemedin
bir günah işledin küçük adam
birden çok
gördün duydun biliyorsun
ve alkışlıyorsun küçük adam!
ellerin acıyana dek..

Mr.Brown'a şiir

çok düşünür oldum bugünlerde Mr Brown
dar sokakları daha çok
ve fenerleri
ve onların ilham perisi yıldızları
sen hiç fener olmayı istedin mi Mr Brown?
ben istedim
yanımda ginsbergle
ateşli inançlardan öteye
peki ya yıldızlar?
küçük bir çocuğun büyüyen gözleri gibi parlayan
o değil de
sen hiç ölümü düşündün mü Mr Brown?
yaşamın zirvesi olanından
ve beyaz olanı
afgan marka esrar gibi
bıraksak bunları Mr Brown
bir tek hücrelinin öğle yemeği olsak
ya da lambanın içindeki mum
erisek..
ve yakabilsek
erirken başka mumları
ve buna -umut- desek
ya da sen gelsen
fotokopi rengi duygularla
ilençli bir imge fısıldasan kulağıma
sonra gitsen
ve ben erisem..
ve umutla..
ve renksiz..
ve tek hücreli..